“Dünyadaki en büyük yalanlardan biri tutkunun peşinden git demektir” diyor Amazon’un Girişimçiler için İçgörüler serisinin bir parçası olan Mark Cuban. Ona göre bunun kötü bir tavsiye olmasının nedeni, tutkuyla yapılan işte her zaman çok başarılı ya da mutlu olunamayabileceği gerçeği. Hayalinin peşinden gitmek, sevdiğiniz işi yapmak elbette önemlidir ancak kariyer seçimi söz konusu olduğunda sadece tutkular göz önüne alınarak yapılan bir seçim sevilen işi kabusa dönüştürebilir.
Tutkuların peşinden gitmek ya da sevdiğiniz işi yapmak genellikle hobinizi işe dönüştürmek olarak yorumlanır. Oysa hobi işe dönüştüğünde iş yaşamının beklentileri de meseleye dahil olur ve bu yüzden hobiden alınan zevk, hobiyle ilgili iş söz konusu olduğunda aynı oranda zorluğa ve hayal kırıklığına yol açabilir. Öyle ki yapılan işi seviyor olmak farkında olmadan çok fazla iş yükünü gönüllü olarak kabullenme davranışına itebilir. Bu durumda, başlarda severek yapılan iş aslında bu sevgiyi suistimal eden ve kişiye zarar veren bir işe dönüşmeye başlar.
Sevdiğiniz İşi Yaparsanız Daha Fazla Çalışmak Zorunda Kalırsınız
Sevdiğiniz işi bulduktan sonra bir gün bile çalışmak zorunda kalmayacağınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Muhtemelen çoğu zaman diğer herkesten daha fazla çalışacaksınız, üstelik şikayet bile etmeden. Do What You Love: And Other Lies About Success & Happinesskitabının yazarı Miya Tokumitsu, sevdiğin ve tutkulu olduğun işi yapma düşüncesinin ortaya çıkma nedenini tam da buna bağlıyor. Tokumitsu, tutkunun peşinden gitme anlayışının ilk kez “baby boomers” olarak adlandırılan 1946-64 jenerasyonu tarafından inşa edildiğini ortaya koyuyor.
Zira bu kuşak, uzun süren savaşlar sonrası nihayet refaha kavuşmuş ve kendi istekleri üzerine düşünmeye ve “Beni ne mutlu eder?”, “Kendimi nasıl geliştirebilirim?” gibi soruları sormaya başlamış. Devamında gelen 1970’ler ve 80’ler Amerika’da “ben” kültürünün inşa edildiği yıllar. Tokumitsu, dönemsel olarak düşünüldüğünde tatmin olma arayışını “ben” kültürünün iş yaşamındaki karşılığı olarak yorumluyor. Tokumitsu’ya göre günümüzde iş ilanlarında sık sık yer verilen “tutkulu” aday arayışının temeli buna dayanıyor. Tutkulu bir çalışan fazla iş yükünden şikayet etmez ve tutkuyla yaptığı işte daha verimli sonuçlar alır.
Tokumitsu’nun bu yaklaşımı “Öyleyse bir işi tutkuyla yapmamak mı gerekiyor?” sorusunu akla getirebilir. Elbette bir işi tutkuyla yapıyor olmak daha fazla tatmin olmayı, daha iyi sonuçlar elde etmeyi sağlar ve başarı elde etme konusunda kritik öneme sahiptir. Ancak bir işten diğerine koşmak, sürekli bir şeyleri yetiştirmeye çalışmak, tüm vaktini bu işi başarmaya adamak tüm bunları neden yaptığını unutturabilir. Böyle durumlarda yavaşlamak ve “Tutkuyla yaptığım iş beni gerçekten beni mutlu ediyor mu?” sorusunu sorma cesaretini göstermek gerekir.
Tutku Tek ve Statik Değildir
En çok ilgi duyulan ve sizi en çok heyecanlandıran işin en iyi sonucu verme potansiyelinin daha yüksek olduğu bir gerçektir ancak genellikle gözden kaçırılan nokta, bunun basit ya da statik bir denklem olmadığıdır. İş yaşamı hatta yaşamın kendisi sürekli bir akış halindedir. Bu yüzden kişisel ve profesyonel hedefler ve ilgi alanları da zamanla değişebilir, bu çok doğaldır. Bu nedenle o tek ve gerçek tutkunun ne olduğunu bulma konusunda kendini sürekli baskı altında tutmak ya da bunun hayatın anlamı olduğuna inanmak doğal bir değişime direnmektir.
Stanford University’de “Hayatınızı Tasarlamak” adlı dersin profesörü Dave Evans, bu derste sorulan ilk sorunun sanıldığı gibi “Hayattaki tutkun ne?” sorusu olmadığını söylüyor.
Zira insanların çok büyük bir kısmı birden fazla tutkuya sahiptir. Finanstan sorumlu bir yönetici aynı anda edebiyat ve dalış tutkusuna sahip olabilir. Öyleyse işi bırakıp aynı anda bir yazar ve dalışçı olarak mı kariyerine devam etmesi gerekir? Ya da bu tutkularından birinin peşinden gitmiş olması, gerçek tutkusunu gerçekleştirmediği anlamına mı gelir?
Tek bir tutkuya sahip olduğunu düşünmek önyargılarla kişinin kendi potansiyelini sınırlaması anlamına gelir. Oysa hem iş yaşamı hem sosyal yaşamdaki tecrübeler bireyin kendisini daha iyi tanımasını; yeteneklerini, ilgilerini ve tutkularını keşfetmesini sağlar. Hiç tecrübe edilmeyen bir alanda tutku sahibi olup olmadığını anlamak neredeyse olanaksızdır. Bu değişimi ve gelişimi görmezden gelerek sürekli hayattaki asıl tutkunun ne olduğunu sorgulamak ve bunu ortaya çıkarmaya odaklanmak sürekli stres altında kalmaya ve anı kaçırmaya yol açar. Böylelikle, mevcutta yapılan işten alınan keyif de yok olur ve tutku yerini kaygıya bırakır.
Hayattaki Önceliklerinizi Belirleyin
Sadece tutkulara dayanarak alınan kararlar, içinde su olup olmadığını kontrol etmeden bir havuza atlamaya benzer. Tutkular daima beklentilerle ve önceliklerle uyum halinde olmalıdır. Bu uyum sağlanmadığı durumda değişim için adım atmak tutkunuzdan tamamen vazgeçmeniz gerektiği anlamına gelmez. Bu uyumu sağlamaya yönelik farklı yollar bulmayı deneyebilirsiniz.
Harvard University’nin Bilgisayar Bilimi departmanında uzun yıllar profesör unvanıyla çalışmış olan Matt Welsh, bilgisayar konusundaki tutkusunun akademideki beklentileriyle örtüşmediğini anladıktan sonra işinden istifa etmiş ve aynı alanda Google’da çalışmaya başlamış:
“Profesör olmanın düşündüğüm gibi bir iş olmadığını anladım. Çok fazla idari iş var ve araştırmalar için kaynak bulmak, olması gerekenden çok daha zor. Gülünç olan şu ki, yaptığın araştırmanın mümkün olan en iyi sonucu Google, Microsoft ya da Facebook’ta çalışan birinin senin makalelerinden birini okuması, ilham alması ve içerde benzer bir uygulama yapması olabilir. Fakat bundan senin asla haberin olmaz. Ayrıca çok fazla olan hibe başvuruları, ders verme, komite işleri gibi işler yüzünden bu noktaya gelmen önemli ölçüde sınırlanır. Google’da fikirleri uygulama noktasındaki yol çok daha doğrudan ve sonuca etkisini görebiliyorsun. Sadece oturabilir, kodu yazabilir, sistemi kurabilirim. Kendi adıma bunu incelikli bir akademik süreçten daha tatmin edici buluyorum.”
Welsh’in yaptığı gibi, tutkular beklentilerle daha fazla örtüşmediğinde tutkunun ve beklentilerin bir arada karşılandığı farklı yollar bulmak mümkün. Kendi işiniz bile olsa, tutkunuzu sürdürmek için mutsuz olmak pahasına yaptığınız işe saplanıp kalmak zorunda değilsiniz. Bu tutkunuzu kullanmaya devam edebileceğiniz ve sizi mutlu eden, beklentilerinizi karşılayan farklı bir işe yönelebilirsiniz.
Çabanızın Peşinden Gidin
Mark Cuban, tutkulu olduğumuzu iddia ettiğimiz alanlardansa en çok neye vakit harcadığımıza dikkat etmeyi öneriyor ve bu alanlara yatırım yapmayı tavsiye ediyor. Cuban’a göre herkes kendisine “Zamanımı neye yatırıyorum?” sorusunu sormalı. Öyle ki zamanınızı neye yatırdığınız, en çok çabayı neye gösterdiğinizi açığa çıkarır. Cuban, “Pek çok insan tutkudan söz eder ama odaklanmanız gereken bu değildir. Size bir sır vereyim mi? Kimse iyi olduğu bir şeyi bırakmak istemez çünkü iyi olmak eğlencelidir. En iyi olmak için çaba göstermelisiniz. Bu yüzden tutkunuzun peşinden gitmeyin, çabanızın peşinden gidin.” tavsiyesinde bulunuyor.
Toplumda inşa edilen “acı olmadan kazanım olmaz” miti insanların bilinçaltına başarının ancak acı çekerek, uğruna çok büyük fedakarlıklara katlanarak elde edilebileceği inancını yerleştirmiş durumda. Oysa eğer bir alanda yetenekliyseniz bunu diğer işlere göre daha kolay ve keyifli yaparsanız. Cuban’ın tavsiye ettiği gibi, çaba gösterdiğiniz ve başarılı olduğunuz işi yapmak keyiflidir ve bu iş zamanla en büyük tutkunuz haline gelir. Eğer sevdiğiniz iş sizi çok fazla fedakarlık yapmaya itiyor, sürekli stres ve baskı altında hissettiriyorsa belki de bu iş size uygun değildir.
Casper’ın kurucularından Jeff Chapin “Hızlı bir şekilde başarılı olabileceğiniz şeyler bulun” diyor. Bunun için de küçük ve lokal adımlar atmayı öneriyor. Dünyaya barış getirmeye çalışmaktansa köşedeki evsiz insana yemek almak çok daha hızlı ve kolay başarılabilir ve hâlâ dünyayı daha mutlu bir yere dönüştürecek olan bir çabanın ürünüdür.
Tutkunuzu Değil Tutkunuzun Altında Yatanı Bulun
İş yaşamındaki pek çok profesyonel kendi işini kurmak, yazar olmak, yoga eğitmenliği yapmak ya da akademiye geri dönmek gibi tutkuları için kurumsal hayattaki kariyerini noktalıyor. Aslında insanların çoğu bu işlerin gerçek kimliği hakkında bilgi sahibi değil. Gerçekten kendilerine uygun olup olmadığının da farkında değiller. Oysa öncelikle anlaşılması gereken, kişiyi bu tutkunun peşinde sürükleyenin ne olduğu ve tutkunun özünün neye dayandığıdır.
Örneğin akademisyen olmayı isteme nedeniniz daha stressiz ve rahat bir iş ortamıysa bunu düşünerek yapacağınız değişiklik hem motivasyonunuzu yitirmenize hem de hayal kırklığına uğramanıza yol açabilir. Öyle ki Berkeley University’nin 2015’te gerçekleştirdiği bir çalışmaya göre sanılanın aksine, lisans sonrası öğrencilerin yüzde 47’si depresyonla mücadele ediyor. 2013’teki New Scientist makalesine göre akademik personel genel nüfusa oranla üç dört kat daha fazla zihinsel hastalığa sahip. Aynı makale, Birleşik Krallık’taki akademisyenlerin yüzde 53’ünün zihinsel hastalık sahibi olduğunu ortaya koyuyor.
Eğer isteklerinizin altında yatan asıl nedenin farkında olmazsanız çocukluktan beri getirdiğiniz önyargılara ve kısıtlamalara göre karar verirsiniz. Tutkunun özünde yatanı anladığınızdaysa çok daha doğru ve öngörülebilir seçimler yapabilirsiniz.
Bonus: Yapay Zekayı Dikkate Alın
Tutkuyla yaptığınız ve sizi mutlu ettiğini düşündüğünüz işin yakın gelecekte iş dünyasında bir karşılığı kalmayabilir. Center of Generational Kinetics Strateji Genel Müdürü ve Milenyum jenerasyonu uzmanı Jason Dorsey’e göre “Yapay zeka ile yer değiştirme tehlikesi altında olan işler insanların zannettiği gibi sadece giriş seviyesindeki işler değil. Muhasebe ya da finansal hizmetler gibi daha operasyona dayalı beyaz yaka işler de tehlike altında”. The Guardian’da yayınlanan bir makale, yerini bütünüyle yapay zekanın alabileceği rollere müdürleri, avukatları, gazetecileri, terapistleri, işe alımcıları, aktörler ve hatta şair ve romancıları da dahil ediyor.
Kısacası tutkuların peşinden giderken bu tutkuların beklentilerle ve becerilerle örtüştüğünden emin olmak gerekir. Aksi halde tutkuların peşinden gitmek mutluluk getirmez. Beklentilerin değişmesi, edinilen tecrübe ve yeni becerilerin farkına varılmasıyla tutkular da değişebilir. Sürekli olarak gerçek tutkunuzun ne olduğu, sizi hayatta en mutlu edecek işin ne olduğu üzerine kafa yormak endişe ve strese yol açar.
Milenyum jenerasyonu baby boomers jenerasyonu ile kıyaslandığında “ben” demenin norm haline geldiği birey odaklı bir toplumda var oldu ve hayallerinin peşinden gitmek üzere eğitildi. Bireyin kendi isteklerinin farkında olması elbette harika ancak gerçek dünyada hayaller beklenti ve beceri anlamında gerçeklerle örtüşmeyebilir. Bu da hayal kırıklığı içinde işsiz bir nesil yetişmesine yol açabilir.
Sürekli kendini neyin en mutlu ettiği konusunda endişelenmeyi bırakmak daha mutlu olmayı sağlar. Dikkatini çok daha geniş açıyla dünyaya vermek ve karar merkezine sorunları koymak, “ben” derken bir yandan da dünya için nasıl değerli katılımcı olunabileceği üzerine düşünmek daha fazla mutluluk getirecektir.