Her insan gibi senin de kendinden dahi umudunun kalmadığı, geleceğin sadece bugünden ibaret olduğu dönemler olur. Önce kendine, sonra insanlara, son olarak insanlığa inancını yitirirsin. Bir sonra ki aşamada yaşayan bir cesetten çok farkın kalmayacaktır.
Sonra daha önce varlığından dahi haberdar olmadığın bir el uzanır kendi bilinçaltında oluşturduğun ve girdap etkisiyle kendini çırpınarak batırdığın bataklığa. Der ki; “Bir gün bende gideceğim, benim yasımı da tutacaksın. Hem de belki diğer gidenlerden daha fazla etkileyecek gidişim seni. Benim hayatım han, senin vasfın seyyah. Ama şimdi gel. Şimdi gökyüzünde yıldızlar var. Şimdi umutsuzluğun zamanı değil. Ben bir anda kayar giderim ve sen dilek tutar beklersin kalan hayatında.”
İnsan ya; üstadın da dediği gibi tek gerçek olan ölümü bile bilerek tüm hırsıyla yaşarken, kayarak sadece bir kaç saniye görüldükten sonra gideceğini bildiğin bir yıldızı niye sevmesin? Üstelik o gidiş sadece bir veda değil, aynı zamanda bir ümittir insan için. O yıldızlar da dilek tutulması gerektiğini öğretmişti mahalleden Bakkal Cumali Amca. Bir gün sokak lambalarının kapanmasına bir kaç dakika kaldığı sıra, mahallede top peşinde koştuktan sonra su içmek için dükkânına gitmiştim. Kapının önünde günlük gazeteleri paketliyordu ertesi sabah iade etmek için. Kapısını kilitlemişti dükkânın. “Su” dedim, paslanmış ve kapatılmış kilidi gösterdi. Bir tek hesap defterlerini tahsil ederken konuştuğunu görürdüm. Dolabı açtı ve yüzünde ki tebessümle buz gibi bir gazoz verdi. Gazoz kapağının açılmasıyla, sokak lambaları da sönmüştü. Karşı kaldırımda elimde gazoz şişesiyle otururken izl onu. Alelacele gazeteleri bitirip, meyvelerin üzerini eski ve yamalı bez parçasıyla örtüp, hemen dükkânın önüne kürsü atıp gökyüzünü izlemeye başladı. Bunu daha önce de görmüştüm. Cumali Amca gökyüzünü izlerdi lambalar söndükten sonra. Şişenin dibine gelmiştim, eve gitme zamanıydı. Topa vurmaktan parçalanmış ayakkabılarıma vücudumun yükünü yükledim, akan burnumu kolumla sildim ve ayağa kalktım. “Teşekkürler” dedim balkonda uyuyanları rahatsız etmeyecek kadar kısık ama karşı kaldırıma ulaşacak kadar yüksek ses tonuyla. “Gördün mü?” diye karşılık verdi tüm mahalleyi uyandıracak kadar yüksek tonu ve içtiği sarı tütün yüzünden her teli çatallanmış sesiyle. İrkildim, döndüm baktım yüzüne. Adeta zumba yapar gibi hareketler yapıyordu yüzünde ki o aptal gülüş ile. Zumbayı da televizyonda bir çizgi film de görmüştüm. Sağ elinin işaret parmağı gökyüzünü gösteriyordu. Baktım, ay ve lambalar kapatıldıktan sonra ortaya çıkan yıldızlardan başka bir şey yoktu. “Ufo diye bir şey yok Cumali Amca” dedim. Yine tüm mahalleyi ayaklandıracak ses ile kahkaha atmaya başladı. Anlam verememiştim, durup bir şey söylemesini bekledim. Dansı ve kahkahası bittikten sonra çağırdı yanına. Bir kürsü de bana çıkardı ve “Otur bakalım Mami” dedi. Çocukluğumda herkes öyle derdi. Sağ elinin işaret parmağını tekrar gökyüzünü göstermek için yukarı kaldırdı. “Az önce yıldız kaydı.” dedi. Devam etti; “Az önce bir yıldız kaydı ve öldü. Ama ölürken onun ölümünü görenlere verdi can hakkını. Ben şimdi onu gördüm, bir dilek tuttum. Bu dileğim ölmeden gerçekleşecek. Dileğimi o yıldız gerçekleştirecek.” Ben daha önce hareket eden o parlamaları görürdüm ama anlam yükleyemediğim için çok dikkatimi çekmezdi. Kaydı, öldü, dilek, ömür… Aklım karmaşık bir hâl aldı. “Az önce yıldız öldü diye mi sevindin yani?” diyebildim. “Hayııır” dedi çatallanmış ses tellerini sonuna kadar zorlayarak. “Dileğim sayesinde bana şu ileride ki panelvan arabayı satın almamı sağlayacak ve artık sebze hâlinden dönerken rezil olmayacağım diye sevindim.” dedi. “Furkan eve!” dedi babaannem yorgun sesi ile. Döndüm eve, biraz düşündüm, biraz mantıklı geldi, biraz inandım, uyudum. Bir sene geçmeden o biraz ileride gösterdiği kamyonetin freni boşalıp dükkânının içine girip ezdi Cumali Amcayı. Paramparça olan cesedini görünce aklıma geldi o gece ki kahkahası ve sözleri. İlk düşündüğüm şey; “Yıldız öldü diye ona güldün, o da öcünü aldı.” oldu. Sonra ki bir kaç yıl yıldız kayması görünce hemen Fatiha suresini okuyup, “Hiç sevinmedim, hatta çok üzüldüm yeminle kayan yıldız! Ben senden ve senin ölümünden bir şey istemem, keşke ölmeseydin. Keşke Cumali Amca da istemeseydi. Keşke onu öldürmeseydin” dedim.
Zamanla mahallede top oynamayı değil, stadyumda maç izlemeyi sevdim, o kayarak ölenin yıldız değil, gök taşı olduğunu öğrendim, ölümü babaannem gözlerini yumunca anladım… Sevdikçe, öğrendikçe, anladıkça unuttum. İnsan unutuyormuş bunu farkettim. Her şey unutulmuşken ve unutulması gereken daha farklı konulara getirmişken yaşam serüveni, unutulması gerekenleri unutmak için bir sokak lambasının altında otururken buldu kader beni tekrar. Bir yıldız daha kaydı… Bir insan daha öldü.