Covid-19 ile birlikte tüm dünya eş zamanlı olarak aynı korkuları ve korkuların gerçeğe dönmesiyle beraber aynı kaderi yaşamaya başladı. Dünya üzerinde ekonomi, turizm ve hatta sosyal hayat direkt olarak etkilenirken, salgın tüm hızıyla yayılmaya devam ediyor. İnsanlar ise artık birbirine yaklaşamazken, güven kavramı her anlamda hayatımızdan kalkmış durumda.
İçindekiler
Pandemi nedeniyle insanlar neler yaşıyor?
Sosyal varlıklar olan insan ırkı pandemi ile birlikte yeni normal adı altında gelişen yeniliklere alışmaya çalışırken aynı zamanda yaşama tutunma çabası da vermeye devam etmektedir. Peki biz neler yaşıyoruz? Covid-19 hangi korkularımızı canlandırdı?
Sosyal özgürlükler sınırlandı, asosyal bireyler oluyoruz
Seyahat yasakları ile başlayan bu süreç, başlarda yurtdışı yasakları ile başlayıp, sonralarda iller arası yasaklara dönüp, hasta sayılarının artması ve pandemi sürecinin kontrol altına alınamamasıyla beraber kısa süre içerisinde bizi evimizin kapısından dışarı çıkamaz hale getirdi. Arkadaşlarımız ile görüşemezken artık ailemiz ile görüşmeye dahi korkar olduk. Aynı şekilde restoran ve kahve evleri ile başlayan kapanmalar çözüm olamayınca artık ne düğünlere gidebildik ne de cenazelere. Sosyal varlık olan bizler, geniş çevrelerden koparak, küçük evlerde ki küçük hayatlar içerisinde yeni arayışlara evrilmek zorunda kaldık.
İş yerleri kapanıyor, iş kaygısı ve işsizlik korkusu!
Sosyal hayatın durmasının yanında gelen iş yeri kapanmaları ile birlikte hizmet sektörü başta olmak üzere birçok sektör işlerini geçici süreliğine durdururken, bir süre sonra çoğu iş yeri sahipleri kira, hammadde, işçi maliyetlerine dayanamayarak tamamen kapatmaya mecbur kaldılar. Kapanan iş yerleri haricinde evde çalışma sistemine uygun olmayan iş yerleri üretimin veya ihtiyacın azalmasıyla beraber çalışanlarını ücretsiz izne göndermeye veya işten çıkarmaya başladılar. Kısa süre içerisinde fesih yasaklarının gelmesiyle beraber işçi hakları savunulsa da, ücretsiz izne gönderme sorumluluğu işverenin kontrolünde olduğundan dolayı, işçiler maddi kaygı yaşamaktan geri kalmadılar.
Dünya geneli tüketici yaşam modeli başladı, her şeyin sonu mu geliyor?
İnsan yolu ile bulaşan virüs başlarda turizme bağlı olarak ekonomiyi olumsuz etkilerken, küçük işletmelerden büyük işletmelere doğru uzanan ekonomik sıkıntılar artık dünya devlerini dahi etkiler duruma geldi. İthalat ve ihracat durduğundan dolayı; üretim sonrası tüketim yerini, mevcuttan tüketime bıraktı. Dünya üzerinde üretim çok daha kısıtlı yapılırken, tüketim ise aynı hızda devam ediyordu.
Aile temellerinin zarar görüyor ve boşanmalar artıyor
Dört duvar arasında aile ile birlikte geçirilmeye mecbur kılınan zaman ile birlikte elbette ki sosyolojik yapıda da dalgalanmalar yaşandı. İnsan ilişkilerinin çok daha kıymetli olduğu bu zamanlarda boşanma aşamasında birçok evlilik kurtuldu, iyi giden evlilikler ise mahkeme yoluna düştü. Birçok aile tekrar bir araya geldi, bazıları ise yollarını tamamen ayırdı.
Ruh sağlığı etkileniyor, aynı zamanda beden sağlığımız da elden gidiyor
Ekonomiye değinirken tüketici toplumdan bahsediyordum. Tüketici toplum sadece ekonomik olarak değil aynı zamanda bireysel olarak da sorun anlamı teşkil eder. Yeni normal ile birlikte gelen evde çalışma iş modeli, yürüyüş alanlarının kullanılmaması, spor salonlarının kapatılması, asosyal yaşantı üzerimizde baskı oluşturarak ruh sağlığımızı etkilediği gibi, aktif bir yaşantı sürerken aniden pasif yaşantıya geçmek ise kilo alımı başta olmak üzere hareketsiz bedenin getirdiği rahatsızlıklarla da karşılaşmaya başlandı.
Teknolojiye tam bağımlıyız!
Z kuşağının teknolojiye olan düşkünlüğü X ve Y kuşakları tarafından sürekli eleştiri konusu oldurdu. Fakat artık kuşak farkı olmaksızın herkesin teknolojiye ne denli bağlı yaşadığını anlar olduk. Siparişler uygulamalardan verildi, faturalar telefondan yatırıldı, görüntülü görüşme oranında artış yaşandı, oyun indirme oranları arttı, yatırımlar telefondan ve bilgisayardan yönetilmeye başlandı, ofiste yapılan işler birkaç tuş ile evde yapılmaya başlandı hatta okulun tozlu yolları yerini ekranlara bıraktı. Yani dışarıda ne varsa artık cebimizde veya masamızın üzerinde.
İnsanlar pandemi için alınan tedbirlere niçin uymuyor?
Salgını kontrol altına almak için dünya genelinde uygulanan karantinalar, seyahat yasakları, sosyal mesafe önlemleri, ekonomik ve toplumsal yaşamı yeniden şekillendirerek yeni normlar oluşturuyor. Bu uygulamaların hepsi halk sağlığı için uygulanıyor ve tedbirlere ne kadar bağlı kalınırsa salgın o kadar az etki gösterecek. Peki Covid-19 önlemlerine insanlar neden uymuyorlar?
Sözde pandemi söylemleri ile alaycılık
Bilhassa yakın çevresinde veya aile bireylerinde Covid-19 virüsü bulaşmamış kişiler, yaşanan durumu sözde salgın olarak isimlendirerek pandemi sürecine inanmamakta ve alınan tedbirleri reddetmektedir. Aynı zamanda toplum içerisinde dikkatleri üzerinde toplamak isteyen kişiler de kurallara karşı tezat söylemler ile dikkat çektiklerini düşünmektedirler. Bu durumda “sözde pandemi” kalıbına sığınarak tedbirleri görmezden gelirler.
Özgürlüğün kısıtlanması ve alışkanlıklardan vazgeçememe
Daha önce de belirttiğim gibi, insanlar sosyal canlılardır. Kahve evlerinde, restoranlarda, barlarda, gece kulüplerinde, dini törenlerde, düğünlerde yer alıyorken, bir anda tüm bu durumun değişmesi herkes tarafından kolayca kabul edilmemektedir.
Ekonomik sebepler ve ailevi sebepler
Uzun süre işsiz kalan insanlar veya işsizlik kaygısıyla baş edemeyen insanlar farklı arayışlara girerek yasakları göz ardı edebilmektedir. Medyada sürekli izlediğimiz kıraathanelere olan baskınların bu denli fazla olması bu durumun en net açıklayıcısı olabilir. Eski normalde ancak ailesinin temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar kazanan insanlar, yeni normallerin getirdiği kısıtlamalarla maddi zorluklar içerisinde boğularak, maddi ve manevi tüm riskleri alarak işletmelerini yasaklara rağmen açarak, yine eski normale özlem duyan müşterilerine hizmet vermeye devam ediyorlar.
İnsanlar neden Covid-19 aşısı yaptırmıyor?
İlk zamanlardan bu yana aşı reddi medyada sürekli gündem olmuştu. Fakat aşı yaptıran kesimin ilk zamanlar fazla olması bir hayli ümit vadediyordu. Son zamanlarda ise sırası gelenlerin aşı yaptırmadığı ve aşıların ziyan olduğu gözlemlenmektedir. Peki insanların aşı karşıtlığının sebebi ne? Özellikle Covid-19 aşısına karşı gelinmesinin temelinde ne yatıyor? Medya bu süreci nasıl yönlendirdi ve yöneticiler yanlış mı yönetti?
Trol haberlerin medyada yer bulması
Sosyal medya söylemlerinin yerel ve ulusal basın kaynaklarında yer buluyor olması akıllarda ki karışıklığın artmasının en büyük etkenlerinden. Aşıların çip içerdiğine, sadece su olduğuna ve işe yaramadığına, ölümcül yan etkilerinin olduğuna dair söylemler faydaları ve geleceğe yön verme gücü yeterince açıklanamayan aşılara psikolojik savaş açılmasına sebep oluyor.
Dini inançlar ve Ramazan Ayı
Ramazan Ayı’nın gelmesiyle birlikte, dini lider olarak görülen vaizler tarafından ve diyanet tarafından yapılan açıklamalar çokça artmış durumda. Kronik rahatsızlığı olanlar hariç aşı yaptıranların oruçlarının bozulacağı medyada yer almış durumda. En büyük güç temellerinin dini inançlar üzerine kurulmuş bir toplum olarak öncelik ibadetlere verildiği için aşı ikinci planda tutulabilmektedir. Arama motorlarından elde edilen sonuçlara göre medya üzerinden daha net bilgilendirmeler yapılarak aşılanma oranının ramazan ayı nazarında artabileceği açık bir şekilde görünmektedir.
Alternatif aşıların üretim teknolojileri
Ülkemizde iki farklı teknoloji ile üretilen iki farklı aşı uygulaması yapılmaktadır. Üretim aşamasında ki teknoloji kullanımının farklılık göstermesi fakat aynı amaca hizmet ediyor olmaları görsel yayınlarda yapılan sokak röportajlarında yapılan kötülemeler ile aşıya olan güvenilirliği zedelemektedir. Zaten herkesin her fikrini rahatlıkla dile getirebildiği sosyal medya gücü varken, ulusal ve yerel yayınların mikrofonu sadece pandemi sürecini bilimsel olarak araştıran, net kanılar ortaya çıkarabilen bilim adamlarına uzatmaları gerekmektedir.
Sürecin ve sayıların doğru aktarılmaması
Süreç henüz yeni başlamışken çok uzağa gitmeden kendi hayatımdan bir örnek aktararak başlığı açıklamak isterim. Sayıların net aktarılmadığı zamanlarda ailemden 5 kişi ve çalıştığım firmadan 11 kişi Covid-19 virüsüne yakalanmıştı. O dönem içerisinde gösterilen hasta sayısı ise yalnızca 103’tü. Yani tüm Türkiye’de 103 kişi virüs ile mücadele kapsamında filyasyon ekipleri tarafından gözetilerek karantinaya alınmışlardı ve bu sayının 16’sı benim yakın çevremden oluşuyordu. Ne yani ülkeyi kirleten yalnızca benim çevrem miydi? Sayıların inandırıcılığı azalmışken, Dünya üzerinde aşılamaların başladığı dönemde reel rakamların aktarılmaya başlaması aşının faydasını ölçümleyemediğimiz için birçoğumuzun görmezden gelmemize sebep oldu.
Aşı onay süreci için sorumluluk alınmaması
Dünya Sağlık Örgütü dahil olmak üzere tüm ulusal ve yerel kurumların deneme – yanılma yöntemi kullanıldığını medyada sürekli yer almaya devam ediyor. Alternatif aşıların bir anda artmış olması ve alternatif aşılarla birlikte kurumların yeterince sorumluluk almıyor olması insanların gözünde aşılamanın sadece ticari faaliyet olduğuna dair izlenim bırakmıştır ve aşıların güvenilirliğini azaltmıştır.
Sorumluluk vatandaşa verilmeli
Yasaklar ile zaten yeterince bunalan insanlara, aşı olmazsanız toplu taşımaya binemezsiniz, aşı olmazsanız kalabalık ortamlara giremezsiniz gibi yıkıcı yaptırımların medyada konuşulması yerine daha yapıcı ve yönlendirici sorumluluklar verilmesi aşılama oranlarını pozitif olarak etkileyecektir. Mesela; son dönemde gündemde olan Covid-19 aşısı olmayanların, virüse yakalandıkları takdirde hiçbir sağlık masraflarının karşılanmayacağı doğru biçimde aktarılırsa hem vatandaşlara sorumluluk verilmiş olacaktır, hem de neden – sonuç ilişkisini insanların kendisinin kurabilmesi desteklenerek güvenilirlik arttırılmış olacaktır.
Fotoğraflar; Pexels.com