Olanaksız olan, olmasını istediğimiz her şey için tüm olanakları seferber ederiz. Olanaksızdan kasıt, öyle lafta olan değil, hani sende fazlalar vardır, olanaksızda da fazlalar vardır ve o fazlalıklarla bir araya geldiğinizde üzerinde durduğunuz tekne o yükleri taşıyacak güçte değildir. Yani birinden birinde eksik yoktur, diğerinin fazlasını omuzlayabileceği. Fazlalar da öyle atıp yola devam edebileceğin türden değildir, atsan atılmaz, kovsan kovulmaz türden olanlar var ya? Tam olarak onlardır!
Olmazları bilip, olur diye düşünürken, olmazları anlayınca, olsun da nasıl olursa olsun olanaksızlar dersin. Burnuna ıtır olsun, gözüne ışık olsun, yanında olmasın ama en azından kalbine bir gün mutlaka kavuşacağın hayali ile yandığın hasret olsun.
Hayallerdir insanı var eden unsurlardan biri de. Topraktan ve insanlardan uzakta, bilmem kaç kilometre ötede demirlediğin ve kamarasına anca iki vücut sığabilecek kadar büyüklükte ki bir tekneden; burnunda ıtır ile dalgalara, güneşe, yağmura ve olabilecek her türlü olumsuz olanağa inat yaşam sürme hayali her anımı süsler. Ben her zaman olabilecek şeyleri istemek yerine en olmaz yerde en olmaz kişinin hayalini kurup, isterim. Çünkü insanım.
Oysa ıtıra bağlanma hayali de olanaksız olayların başında geliyordu. Sen her rengi, yılın her ayı yaşar iken, ıtır sadece Temmuz ayında açıp, bir ay koku verip, sonra kaybolup giden bir çiçekti. Itır tutkuydu. Itır aşktı. Ama ıtır olanaksızdı. Onu tüm çiçeklerini açtığı, yanlış zamanda tanımanın da kötü yanı vardı tabi. Yeni çiçeklendiği mevsimde morumsu pembeli çiçeklerini görüp bildiğin için, solmuş halini bilemezdin. Oysa ıtır ömrünün her alanında soluyordu. Alışmıştı olmalara, bulut olup gitmelere. Daha öncede gitmişti, yine gitti, her zaman gider. Sonra hatıralar ile baş başa kalırsın.
Arundhati Roy, Küçük Şeylerin Tanrısı’nda hatıralar için ne demişti?
“Kokular da müzikler gibi anıları taşırlar.”
Ve sonra da eklemişti başka bir paragrafına;
“Düşlerimiz hadım edildi, hiç bir yere ait değiliz, demir almış, dalgalı denizlere yelken açmışız. Hiç bir kıyıya çıkmamıza izin verilmeyebilir. Kederlerimiz asla yeteri kadar hüzün vermeyebilir. Sevinçlerimiz asla yeteri kadar mutluluk vermeyebilir. Düşlerimiz yeteri kadar büyük olmayabilir ve hayatlarımız asla yeteri kadar önemli olmayabilir.”
Evet, hiç bir zaman hiç bir şey olmayabilir. Ama adam, ıtır solmasın diye biraz su, ıtır, adam özlemesin diye biraz koku paylaşmalıdır. Herkes henüz bulut olmadan.