Buruşmuş sarı kağıtlar ile yola devam ediyorum. “Daha bitmedi mi bu kağıtlar?” demeyin. Öyle kolay bitecek bir arşiv değil onlar. Bazen sitem, bazen hüzün, bazen mutluluk, bazen çığlık, bazen sükunet… Hiç yaşanmışlıkların yapışkan kağıt notları biter mi? Bugün de hazır biraz efkarlı, biraz mutluyum madem; hoşça kal iki gözüm!
Kendime sitemimdir
En çaresiz hissettiğim anlarda ve yaşadıklarımın acısı henüz tazeyken, ayağa kalkıp silkelenerek küllerimden doğmayı başardım. En ağır ayrılık, en güzel buluşmaya sebep oldu. Aynı şekilde; en ağır kayıp en güzel buluşa, en ağır ölüm en güzel doğuma, en ağır gidiş en güzel gelişe, en ağır kış en güzel bahara… Bugün hayatımda yolunda giden her şey aslında bir enkazın eseri. Burada savaşçı ruhumdan veya başarılarımdan bahsetmiyorum. Aksine bu bir sitemdir. Kamçılanmak üzerine kurulu düzenime değiniyorum. Bir şeyler üretebilmek için, bir şeylerin acısını yaşamaya mecbur olmamalı.
Saygıdeğer vedalar
Ne yalan söyleyeyim bazı vedalar o kadar hakkıyla yapılıyorlar ki, ayrılığa dahi saygı duymama vesile oluyorlar. Duvar olup görünmez olanlar, bulut olup kaybolanlar veya kıvılcım bile çıkarmadan aniden kül olanlar. Bahsi geçen bu saygıdeğer gruba daha nicelerini ekleyebiliriz. Fakat hepsi aynı ortak payda da buluşuyor; kararlı gidişler. Kararlı gidişler, kalanların hayatında çok ağır hasarlar oluştursa da, ne olduğunu bile sorgulamaya hatta anlamaya fırsat verilmediği için herşeyi tek başına çözümleme mecburiyeti kılıyor. Bu da kalana daha objektif olma imkânı sunuyor. Düşünsenize bir ayrılık ardında “objektif” kelimesini ve “objektif değerlendirebilme” olgusunu bırakıyor. Parçaları tüm doğrularıyla birleştir ve tüme var. Nasıl saygı duyulmasın ki?
Ne mi oldu? Bitti
Asla, asla dememek gerektiğini çok öncelerde ağır bedeller ödeyerek öğrenmiştim aslında. Buna rağmen O’nu tanıyınca “asla vazgeçemem, unutamam, yapamam” demiştim. Farklı geliyordu diğer her farklı gelen gibi. Yine irademi kaybetmiştim, ne gurur kalmıştı, ne tecrübelerden alınacak ders. Bir gün, daha öncede defalarca kez yaptığı gibi vazgeçti benden. Diğer berduş maşuk hallerimin aksine afallamadım bu defa. Hatta affınıza sığınarak bir itirafta bulunacağım; rahatladım biraz. Ne ağır bir yük omzumdaymış meğer. Hemen ertesi günlerde vazgeçtim, çok kısa sürede de unuttum. Artık o büyük sözleri söylediğim, irademe hükmeden, gururumu görmezden gelmeme etken olan kişi bir Nazım Hikmet mısrasında, bir Cem Karaca şarkısında, tam olarak şu noktada; “Bence artık sende herkes gibisin.”
Radyo programlarının benzerliği
Radyo programlarına sinirleniyorum artık. En sevdiğim şarkılar ardı sıra çalıp dururken hiç tanımadığım bir dallama eski sevgilisinin aşk acısını bastırmak için bir şarkı istiyor. Çalan şarkı hiç haz almadığım şarkılar arasındadır. O an tüm enerjim bitmiş gibi hissediyorum. Fakat sonra eski listeye dönecek ümidini de yitirmiyorum. Hoşlanmadan da olsa istek parçayı dinlerken, hatta tam da şarkıya alışıp ritim bile tutarken bir de üzerine reklam arasına girmezler mi? Aynı zamane aşkları vallahi! Her şey yolunda giderken hiç tanımadığın biri hayatına girer. Eski acılarını sende bastırır. Alışmış, bir de üzerine seviyorken, bir başkasına gider seni unutmak için.
Bir yerde iyi de oldu
Bir şey söyleyeyim mi? İyi oldu gittiğiniz. Ne yediğim boğazıma diziliyordu, ne içtiğim zehir gibi geliyordu. Gereksiz bir kelebek çırpınışları vardı içimde ve aptal bir gülümseme suratımda. Hem beni hiç mi tanımadınız? Ben insan sevmiyorum. Hele ısrarla kalan insana zerre tahammülüm yok. Ben özlem seviyorum. Giden insana özlem, ölen kuşa özlem, uzak duraklarda ki trene özlem, gelmeyecek habere özlem. Ben yedim mi boğazıma dizilecek, içtim mi midemi yakacak! En samimi histir bence özlem. Benim kalanlarla işim yok vesselam.